6 Aralık 2008 Cumartesi

Ney Ne İçin İnler? Ya biz?...

Mevlana'yı vefat yıl dönümünde anarken,yıllar önce radyo programımda okuduğum ve çok ilgimi çeken “neyin”hikayesini anlatmak istiyorum.Şüphesiz Mevlana denince akla Konya şehrimiz,semazenler ve de ney gelir ve ben öğrenene kadar ,küçükken Mevlana ‘nın Konya'da doğduğunu ,ve oralı olduğunu ,orada doğup büyüdüğünü sanırdım ve Mevlana Hazretleri'nin de oturup ney üflediğini düşünürdüm.Çünkü zihnimde çocukluğumdan kalma bu ve buna benzer kareler çoktu…Zamanla,büyüdükçe bildiklerimizin,öğrendiklerimizin eksikliğini ya da yanlışlığını anlıyoruz. Mesela Mevlana Celaleddin Er-rumi(30 Eylül 1207-17 Aralık 1273) Bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan'ın Belh şehrinde doğmuş.Konya'da değil.
Benim asıl maksadım,- ney ne için inler ?-Diye sorup,neyin hikayesini anlatmak.Ney alemi kuşatan”büyük sırrın”sesidir.Yanıktır.Yakar.Her nerede üflenirse üflensin bulunulan ortamın nahoşluğuna inat kendi aşkını ve derdini öne alan,baskın çıkan,”alet edilemez”bir inleme gibidir.Diğer tüm sazları gayri meşru şarkılarda kullanmak mümkündür,ancak ney öyle değildir.O alet olmaz.Nerede olursa olsun kendi gündemini ,ilahi aşk ateşini bir anda en ön sıralara oturtuverir.
Neyin çıkış öyküsü şöyle anlatılır:”efendimiz(sas) Mirac'da ilahi güzelliği temaşa ettikten sonra içine düşen aşk ateşinin şiddetine dayanamayarak sırrı damadı Hz.Ali'ye nakleder.Bu sefer O aynı aşkla yanmaya başlar ve sonunda tahammül edemez hale geldiği için gider,kör bir kuyuya derdini açar.Bir gün Efendimiz (sas) ashabıyla gezinirken kulaklarına Hz.Ali'ye anlattığı sırrın sözleri çalınır.Hayretle sesin geldiği tarafa yaklaştığında kör kuyunun içinden yükselen bir kamışın rüzgarda sallandıkça sırrı ifşa ettiğini görür.
Neyin üzerindeki dokuz boğum,insanın sadece misafir olduğu dünyaya dokuz ayda yolculuk ettiğini,üzerindeki yedi nota perdesi ise insanın kemale erme yolunda baş etmesi gereken yedi kat nefse sahip olduğunu anlatmaktadır.Ney ile olgun insan bir diğerinin örneği ve temsilcisidir.Çünkü ney ,yetiştiği kamışlıktan kesilip ayrılmış,göğsüne ateşle delikler açılmış,başına ,ayağına,hatta boğumlar arasına madeni halkalar ve teller takılmış,koparıldığı yerdeki rutubetten mahrum kalmış,bundan dolayı kupkuru ve sapsarı kesilmiştir.İçerisi tamamıyla boştur.Ancak neyzenin nefesiyle dolar.Kendi başına kalırsa ne sesi çıkar ne sadası.Dolayısıyla Mevlana Hazretleri bir rubaisinde “Ney'i dinle ki neler neler söylüyor.Allah'ın gizli sırlarını tekellüm ediyor.Yüzü sararmış,içi boşalmış,başı kesilmiş,yahut neyzenin nefesine terk edilmiş olduğu halde dilsiz ve kelamsız ,Huda Huda aiyor.”buyurmuştur.İşte Ney bunun için inler….

2 yorum:

LoLLa dedi ki...

Gül, sırrını açtığı için solgun bir yüzle döner baharından.
Ayrılık acısıyla demlenmiş bir yudum içmeyi dileyerek ağız açan da gül gibi sırrını ifşa eder.
Gül, güzelliğini açığa çıkarmak için açılıyorsa; insan, yükünü taşıtmak için paylaşır esrarını.
Gülün, her ne kadar güzel hatıraları da olsa başladığı noktada biter yolculuğu. İnsan ise hafiflemek için bıraktığı yükün altında daha çok ezilmeye başlayacaktır.
Sırrın kaderi budur.
Kimsenin bilmediğidir sır. Durdukça yakar.
Bundan dolayıdır ki gül, yapraklarının yandığını ve bu yanık kokusunun tüm bedenini sardığını görünce sarhoş olur. Sırrın sırrıyla hemhal olur. Kendinden geçer ki bir sabah elinde olmadan bir bülbül görsün diye halimi açıverir masumca dudağını. Kızaran yaprakların ucunu gösterir bir diğer gün. Sonra o sırrın sırrıyla yanışın kokusu yayılır etrafa. Her akşam farkına varsa da kendini daha çok ifşa ettiğinin dönüşü olmadığını bilir. Geri adım atamaz.
Gecenin bu pişmanlığı da bir sırdır çünkü ve bu sırrın sarhoşluğu ile sabahın ışıkları ona daha da çok açtırır güzelliğini.
Bir bakmışsın ki açılmadık, görülmedik yaprak kalmamış. Elbette yerindedir bülbülün keyfi. Gül ise sırrını ortaya dökmenin derdiyledir.
Ne bülbüle yâr olur ne de içine düştüğü durumdan kurtarabilir kendini.
Sonrasında her yaprağın taşıdığı sır paylaşıldıkça ölmeye başlar.
O ateş gibi yanış kaybolur. Kokunun nefesi kesilir birden.
Başını öne eğmekten başka çaresi yoktur gülün. Kendine küser. Kalbini kırar kendinin. Önceleri mağrur bir duruşla karşısına çıktığı rüzgârın bir selamıyla döker bütün yapraklarını.
Hazin bir yok oluştur bu. Sırrını açığa çıkartan her gülün sonu bu ve de insanın.

Nesrin dedi ki...

Ney dinledim bugün türkü konresinde. Arkadasim ney nasil ortaya cikmis biliyormusun dedi? bilmiyordum burada buldum. Tesekkür ederim. Yalniz yaziyi secip büyütüp ancak okuyabildim. Arkaplan sade ollsa daha güzel olacak blogunuz. Iyi calismalar..